Ulusal gazetelerde yazan köşe yazarlarını okuyorum. Sürekli takip ettiğim birkaç tanesi dışında, özellikle takip ettiğim yazar sayısı çok fazla değildir.
Bazılarının sırf yazmış olmak için yazdıkları belli.
Tıpkı gündeme düşen son açıklamasıyla ‘istesem günde elli şarkı yapabilirim’ diyen Selami Şahin gibi.
Yaparım ama ne kalitesi olur, ne de sürekliliği demeye getiriyor.
Üç gün sonra kimse hatırlamaz yani.
Ulusal gazetelerde kendisine köşe verilen ve yazı yazan bu kişilerin yazdıkları yazıların niteliği, tıpkı Selami Şahin’in istese yapabileceği ama dandik olacağını düşündüğü için yapmadığı o şarkılara benziyor.
Zaten bir yazarın eski yazılarına hiçbir şekilde dönülmüyorsa ve o yazılar kısa bir süre sonra arşiv mezarlığındaki yerini hiç bakılmamak üzere alıyorsa…
O yazarın yazarlığından da şüphe ederim.
Elbette bahse konu yaptığım, okunur mu okunmaz mı bilmem ama anlı şanlı, isim yapmış ve yazı yazmak için kendilerine gazetelerde köşe verilmiş olanlardır.
Okunur mu okunmaz mı bilmem diyorum çünkü biliyorsunuz, ünlü yazarların yazılarının kaç kez okunduğu yalnızca kendileri, belki diğer yazar arkadaşları ve gazetelerin yazı işlerince bilinir.
1990’ların sonunda, yani henüz blogların, kişisel sitelerin bu kadar yaygınlaşmadığı, bir elin altı parmağının yazar olmadığı dönemlerde ise böyle değildi tabi.
O dönemlerde ünlü bir yazarın yazısının kaç kez tıklandığı yazının hemen altında okuyucuya bildirilirdi. Misâl; Ayşe Arman, tak ! şu kadar kez tıklandı.
İşte kişisel sitelerin, blogların pıtrak gibi çoğalmasıyla bu uygulamaya derhal, çarçabuk ve panik halinde son verildi.
Düşünsenize bir, Milliyet’in internet sayfalarında yazan ve görmezden gelinmeye çalışılan Sabiha Rana'nın yazıları milyonlarca kez tıklanmışkan, limitsiz olanaklarla donatılmış söz gelimi Ayşe Arman Allah muhafaza bir günde bin ya da iki bin kez okunmuş olsun.
Bunu kime, nasıl, ne şekilde, hangi dille açıklayabilirsiniz?
Bu bahsi şimdilik kapıyorum.
Bir de yazılarında sıklıkla parantez kullananlar var. Hiç kullanmadım değil belki ancak, yüzlerce köşe yazım arasında en fazla bir iki kere kullanmışımdır parantez işaretini.
Bir şeyler yaz yaz yaz, sonra aç parantez, tatam tatam tatam, kapa parantez.
Eeee?
Kanımca edebi kifayetsizliğin tezahürüdür parantezler.
Yazı dilindeki estetiği, sürekliliği, edebi mânâ bütünlüğünü berhava eder, olanca güzel bir yazının içine de eder bırakır.
Ancak ve ancak, yazdığı yazıya fazla emek vermeyen yazarların seçtiği bir yol olduğunu düşünürüm parantezi sıklıkla kullanmayı.
Daha önemlisi, yazarın beyninde olgunlaşmış kavram ve düşüncelerin, ifade esnasında kabızlığının resmidir parantez.
Zorunlu kullanmaları istisna, parantez bir diğer deyişle okuyucuya şunu demektir; bak şimdi beni yorma, tam ifade edemiyorum ama anla işte kulağına fısıldıyorum, kısaca şu şu şu şudur.
İddiası olmayanlar zaten rahat rahat kullanıyor parantezi ancak anlı şanlı yazarlarımız, siz yapınca olmuyor!
Sabrın sonu ile